Didem Nur Güngören'in durumlar, kitaplar ve şeyler üzerine, yayınlanmış -bazen de yayınlanmamış- muhtelif edebi yazıları... Tarih aralığı da 1999-2010 gibi... Hepsi bir arada temiz temiz...



Roma İmparatorunun Diliyle

“İnsanın kırk yaşını aşmadan yazmaması gereken kitaplar vardır.” Böyle diyor Marguerite Yourcenar, Hadrianus’un Anıları’nın arkasında yer alan notlarında. Aslında bazı kitaplar sanki sadece yazarının yaşını almasını değil, kendi dönemini, kaynağını alacağı atmosferi de bekler. Yourcenar’ın, Roma İmparatoru Hadrianus’a kendi ağzından kendi yaşamını anlattırdığı “Hadrianus’un Anıları” sadece yazarının olgunluk çağını değil, bir dünyanın yıkılmasını da beklemiş gibidir. Yüzyılın ikinci büyük savaşının ardından gelen yıkıntı atmosferi Yourcenar’ın yirmi senedir üzerinde çalıştığı bu kitaba yatak olur sonunda. Bir Roma imparatorunun anılarının her ne kadar 20. yüzyılla ve onun özellikleri ile hiç bir ilgisi yok gibi görünse de, kitap ve yayınlandığı çağ arasındaki ilişki Hadrianus’un dünya ile kurduğu ve anılarında anlattığı ilişkide gizlidir. İncelikli bir dünya görüşüne eşlik eden adaletli bir yönetim (ve hatta fetih) anlayışıdır bu. Yourcenar adeta büyük bir felaketin ardından dünyada eksik olan ne varsa, insanları bu yıkıma nelerin eksikliği götürdüyse, onların dökümünü yapar ve Roma İmparatoru’nun hayatı olarak Hadrianus’a anlattırır. İnsanın kendisiyle hesaplaşmasındaki dürüstlük, açıklık ve erdem, hatalarını ve doğrularını kendisine, dünyaya haksızlık etmemeye çalışarak değerlendirmesi bu romanın çatısını oluşturur böylece. Artık yaşlanmış olan, ölümünün yakınlığının farkında olan, hasta ama hâlâ düşünceleri hala canlı olan bir imparatorun kendisini ve imparatorluğunu neredeyse bütün detayları ile anlatışıdır bu. Ama aynı zamanda Hadrianus’un ölmeden önce selefi olan Marcus Aurelius’a yazdığı uzun mektuplarda ve bu mektuplarda anlattığı kendi hayat hikayesinde artık kapanmış olan bir devrin insanlarının kamusal hayatta ve özel hayatlarında hangi özelliklerle varolduklarını okuruz.. Dünyanın işlerinin düzenlenmesi ile insanın kendi iç işlerinin düzenlenmesi arasındaki hayatı olan bağları, birinin diğerine katabileceklerini ya da diğerinden alıp götürebileceklerinin farkına varırız.
Yourcenar’ın onu dünya çapında üne kavuşturan kitabının özellikle ilk bölümü insan olmanın değerleri ve Hadrianus’un bunlar hakkındaki bilincini yansıtması açısından oldukça zihin açıcı. Aşkın, gövdenin, hastalığın, sağlığın, suyun, uykunun, avın, hayallerin izlerini süren Hadrianus’un hayatını anlatırken ilk sözleri, bir imparatorun bile her şeyden önce yaşamın ve insanın kendisine odaklanarak düşündüğün göstergesi. Elbette Hadrianus’un kendisi değil bu. Bu “Yourcenar’ın Hadrianus’u.” Ama yine de bu açılıştan ve bir imparatorluğun ve onun imparatorunun bu birinci elden hikayesinde Marguerite Yourcenar bize her zaman geçerli olacak, yaşamın özüne dair olan fikirler aktarıyor. Örneğin aşk üzerine: “Bu basit bir ten oyunundan çok, ruhun teni sarması ve fethetmesidir.” Ya da insanın kendisi hakkında: “Son günüme kadar birlikte yaşayacağım bu kişiyle hiç olmazsa anlaşmayı kendime kural seçtim.”
Bu romanı bir klasik haline getiren şey de bu fikirler zaten. Bir de insanlar hakkında doğrudan değil, edebî inceliklerle donanmış olarak bir söz söylemeyi başarabilmiş olması.

Hadrianus'un Anıları
Marguerite Yourcenar
Helikopter Yayınları

Yayınlanma Tarihi: Mart 2009

Hiç yorum yok: