Didem Nur Güngören'in durumlar, kitaplar ve şeyler üzerine, yayınlanmış -bazen de yayınlanmamış- muhtelif edebi yazıları... Tarih aralığı da 1999-2010 gibi... Hepsi bir arada temiz temiz...



Edebiyat Bir Ailedir

(Bu yazı yayınlanmadı)

Çoğu kez yalnız insan işi gibi göründüğünü düşünsek de, özellikle ülke edebiyatı bağlamında düşündüğümüzde, edebiyat eserlerinin daha yazılırken bile bir aile içinde şekillendiğini fark edebiliriz. Mehmet H. Doğan’ın Türk Edebiyatı’nın ustalarından oluşan ailesini anlattığı “Şimdi Uzaklardasın”ı, şimdilerde başka türlü kurulan bu aile ilişkilerini düşünmek için bir fırsat.


“Bu kitapta” diyor Mehmet Doğan, “tanıdığım, sevdiğim, etkilendiğim, yokluklarını, izi yok olsa bile duyarlılığı hep hissedilen bir yara gibi tenimde taşıdığım insanların, dostların kendi gözümden çekilmiş fotoğraflarını vermeye çalışıyorum.” Uzun uzun Cemal Süreya’yı, Edip Cansever’i, Aziz Nesin’i, Metin Altıok’u, Onat Kutlar’ı, Can Yücel’i, Melih Cevdet Anday’ı anlatıyor sonra; Bilge Karasu ile mektuplaşmalarını anıyor ve bütün bu ilişkilerin yatağı olan şehirleri de yeniden zihninde ziyaret ediyor. Çok kişisel bir edebiyat alanı bu, adeta bir dönemin arka bahçesi, saklanmış hazinesi. Bir yandan da bu kişiselliğin içinden 70’lerin 80’lerin, 90’ların edebiyat hayatının değişimleri, hareketi ve kimliği açığa çıkıyor: Bir aile bu, Türk Edebiyatı ailesi.

Yazdıkları için, eser verdikleri için bir araya gelen, birbirleri ile eserlerinin ivmeleriyle ilişki kuran, bu ilişkileri insani duygularla ve incelikle besleyen insanlardan oluşan, artık kaybolmuş bir aile bu. 90’lardan sonra, ölümlerle yavaş yavaş dağılan solan büyük bir fotoğraf kuruyor Mehmet Doğan (dostlarının ona hitap ettiği ismi de bu, adı soyadıyla ‘Mehmet Doğan’ diye sesleniyorlar ona).

Bu dostların önemli bir kısmını 1981 yılında İstanbul’da eşi Ülker’in tedavisi için geldiği esnada yakından tanıyor, bir kısmı ile ise o aylarda iyiden iyiye yakın dost oluyor. Bazısını sonradan çok az görebiliyor, bazısıyla ömür geçiriyor. İzmir’de ağırladıkları, yazlığında misafir ettikleri oluyor. Edip Cansever, Cemal Süreya, Turgut Uyar en kıymetlileri, anılarına da onlarla başlıyor. Peşinden Metin Altıok, Ruhi Su, Aziz Nesin, Atilla Tokatlı, Onat Kutlar, Bilge Karasu, Cevat Şakir, Can Yücel, Melih Cevdet Anday geliyor. Birbirinden apayrı kişilikler, ama bir şekilde bir arada, yan yana durmayı bilmiş insanlar bunlar. Bazıları diğerlerinden uzaklarda kalmış, Cevat Şakir gibi, bazıları bir arada meyhane sofralarında fikir ve duygu paylaşarak yaşamayı seçmiş. Bu yaşantı, uzakta ya da yakında, merceğini tuttuğu bu insanların kişiliklerinin de uzantısı gibi Mehmet Doğan’ın gözünde. Kimin hangi değerlere sahip çıkarak, hangi kıymetlerle donanarak yaşadığı daha önemli onun için. Mehmet Doğan’ın hayatı da bu sıra sıra bölümler halinde yer alan yaşam tanıklığının arasından yavaş yavaş beliriyor; bu yer yer sıkı, yer yer gevşek aile ilişkileri dinamiğinin öznesi de kuruluyor bir yandan. Yine de geride bırakıyor kendini “tanık”, ailesini kendisinden çok sevmiş belli ki.

Bütün anılara eşlik eden bir iç sızısının eşlik ettiği bu “tanık”, tanık olmuşluğundan memnun ama bu yaşamın kısa, hem de bazıları için ne de kısa sürdüğünün de üzüntüsünü okura geçiriyor. Mehmet Doğan’ın İzmir’deki, Foça’daki evi, rakılı biralı yaz akşamları, İstanbul’u kısalı uzunlu ziyaretleri yeniden bu edebiyat ailesi ekseninde yazıyla kuruluyor ama kendi günlerinin bile dışarıdan tanıklığını yapan Mehmet Doğan’ın çok belirgin bir özlemi içinde olabiliyor ancak bu: Bu ailenin fertlerini özlüyor Mehmet Doğan, yanlarına gitmek için de sabırsızlanıyor. Bu dünyaya, yaşamını geçirdiği döneme olan ilgisi zayıflamış gibi; bütün bu yazı ustaları onun için belli ki kendi yaşamasının manası olmuş aslında, yoklukları sadece “edebî” açıdan bir eksiklik değil, sanki sürmekte olan yaşama haksızlık gibi. Cevat Şakir’in şen şakrak kişiliğini, Bilge Karasu’nun içe dönük sessizliğini, Can Yücel’in yaşama aşkını, Onat Kutlar’ın çalışkanlığını sadece edebiyat kimlikleri çerçevesinde almıyor Mehmet Doğan, onları bildiği, tanıdığı yaşamdaki gerçek insan değerleri ile görüyor, ve böyle anlatıyor, insanî değerlerini çoğu kez eserlerinin üzerinde konumlayarak. Ölümlerini de hazmedemiyor gibi çoğu kez.

Haklı olduğunu okudukça anlıyoruz, edebiyatımızın yakın geçmişi aslında bize “iyi insan” olmanın edebiyatla bir şekilde bir ilişkisinin olduğunu, insana ilişkin değerlere yeni değerler katmanın, bir yaşama üslubunun ardından ancak iyi edebî eserinin oluşabileceğini hatırlatıyor. Edebiyatın kendi kendisine, kapalı devre bir sistem gibi çalışamayacağını, bir ailesi, bağlılıkları, sevdikleri, sevmedikleri içinde, gündelik, özel ya da kamusal hayata bir şekilde kök salarak, yayılmasının gerekliliğini anlatıyor. Bir yalnızlık işi olan “yazma”nın, okumadan, okurdan ve yakın çevrenin okumasından, ilgisinden mahrum kalmaması gerekiyor gerçekten de. Her şeyin “aile” olmadığını biliyoruz artık, evet, ama bir çok şeyin aile içinde şekillendiğini, yerleştiğini ve yeşerdiğini; ve iyi bir aileye edebiyatta da ihtiyaç duyduğumuzu fark ettirecek ölçüde aile sevgisiyle donanmış bir edebiyat adamının, Mehmet Doğan’ın yazdıklarını, dostlarını kendi ailemiz edinmekle başlayabiliriz işe.



ŞİMDİ UZAKLARDASIN
Mehmet H. Doğan
Yapı Kredi Yayınları 2009
16 YTL

Hiç yorum yok: