Didem Nur Güngören'in durumlar, kitaplar ve şeyler üzerine, yayınlanmış -bazen de yayınlanmamış- muhtelif edebi yazıları... Tarih aralığı da 1999-2010 gibi... Hepsi bir arada temiz temiz...



Albertine'e (şimdilik) Küçük Bir Övgü

2004-2006 arasında yine başka bir grup deli bozuk, Otium adında bir internet dergisi yayınlamaktaydı. Herkesin kendisine ait bir bölümü vardı dergide, bu yazılar da o dergide çeşitle tarihlerde online olarak yer aldılar.

Albertine, Kayıp Zamanın İzinde’nin gizidir: anlatıcı onu kavramaya çalışır, kıskanır, evine hapseder, izler, gözetler, takip etmekten bıkar. Ama vazgeçmeyi bilemez, sonunda onun tarafından terk edilir ve onu hepten yitirir. En basit açıklamayla Albertine’in sunmayı (belli belirsiz biçimde) vaadettiği açılım gerçekleşmedikçe Marcel ona daha da dolanır: anlaşılamayan şey caziptir.
Chantal Akerman, başka bir açıdan yaklaşıp Albertine’in gizlerini kadrajlayan yönetmen. Jacques Dubois ise Albertine’e bir “sosyal ajan” rolü biçip, Proust sosyolojisine başka bir boyut getiren edebiyatçı, sosyolog. Akerman’ın Albertine’i (Ariane), projeksiyondan Marcel’e (Simon) bakıyor: “Je vous aime bien”. “Olmayan” bir kadın imgesi değil bu, sadece hareketlerinin temel mekanizması anlaşılamayan, neye arzu duyduğu, neden hoşlanmadığı bilinemeyen bir kadın. Fiziksel varlığının yaydığı işaretler Marcel’in karşılaştığı işaretlerden farklı, eşcinselliği Baron’un neredeyse hilekar, yıkıcı eşcinselliğinden ayrı. Albertine’in işaretleri kendi türüne yönelik, bu işaretleri asla okuyamayan aşığın arayışı arttıkça karşısındaki giz büyüyor, açıkça duyuyoruz: -“Nedir o bahsettiğiniz?”- “Ne nedir?” -“Bahsettiğiniz?” -“Bilmem?” Albertine var olmasına var ama henüz kendi kimliğinin, bilinen diğer kimliklerle bir ilişkisi yok, ne olduğu bir türlü bilinemiyor.
Dubois’a göre Albertine başka bir sosyal yapının parçası, anlatıcının varlığını ve özelliklerini ileride daha net bir biçimde kavrayacağı, cumhuriyetçi, ontolojik olarak demokratik ve oportunist bir sosyal tabakanın başı boş gezen uydusu. Başarıya ulaşan üçüncü cumhuriyetin meyvelerini henüz toplamaya başlamış ama kendine halihazırdaki sosyal-kültürel düzende kayda değer bir yer edinememiş, bunun için bir sonraki dönemin (I. Dünya Savaşı’nın eski sınıfları yenileriyle birlikte hallaç pamuğu gibi atacağı dönemin) getirilerini beklemek zorunda kalacak bir kastın, neredeyse tesadüfen Marcel’e çarpan mayını.
Albertine romanı Proust çevriminin 3 cildini kapsamasına rağmen tam olarak ne olduğu Albertine tarafından belirgin biçimde açıklanmadan sona eriyor. Albertine ne olduğunu, diğer karakterlerin aksine, Marcel’e herhangi bir işaretle göndermiyor. Onun ne olduğunu Marcel’e ve okura zaman iletiyor, Belle Epoque ve ardından savaş bittiğinde taşlar bir kez daha düzelmeyecek biçimde başka yerlere yerleştiğinde. Albertine’nin sınıf ikizi Bloch yeni konumuyla Albertine’e dair bir ipucu. Bundan böyle orta sınıf, büyük burjuvaların izinde, daha da hareket halinde. Bu kez taklit mekanizması Marcel’in okuyabileceği denli net.
Ama Albertine yok. Anlatıcının son büyük aşkı, Akerman’ın epey açık görsel metaforundaki gibi “gölgelere karışmış”. Sırrının daha sonra açığa çıkmasının bir anlamı yok, çünkü bir meclisin parçası ya da bir arkadaş değil Albertine: Marcel’in garip metresi, bir türlü tanıyamadığı sevgilisi, hatta işte, bir sosyal ajan olarak aşkın ta kendisi.

Hiç yorum yok: