Didem Nur Güngören'in durumlar, kitaplar ve şeyler üzerine, yayınlanmış -bazen de yayınlanmamış- muhtelif edebi yazıları... Tarih aralığı da 1999-2010 gibi... Hepsi bir arada temiz temiz...



Öteki’yle Yaşayınca...

Narcissus’un Zencisi romanın açtığı yeni yolda yürüyenlere yol göstermek için Türkçe’de.

Recaizade Mahmut Ekrem, 1896 yılında Servet-i Fünun dergisinde tefrika etmeye başladı. Bundan bir sene sonra Joseph Conrad’ın Narcissus’un Zencisi yayınlandı. Recaizade Mahmut Ekrem roman haline gelen düzyasına yazdığı önsözde, romanla ilgili fikirlerini anlatırken komedya ve tragedyanın temel özelliklerine gönderme yapar, bir olay anlatıldığı biçime göre ya üzücü ya da güldürücüdür. Narcissus’un Zencisi’nin önsözünde ise Joseph Conrad yine Mahmut Ekrem gibi kendi tutumu üzerinden sanat eserinin tanımını yapmaya girişir. Aradaki hiza farkı görülmeyecek gibi değildir, gerçeğin ve sanat eserinin ilişkisi roman türü üzerinden geçerek başka bir biçim almıştır, komedya ya da tragedya kadar keskin iki uca yerleşmeye çalışan bir düzyazı aslında çoktan ömrünü –eski biçimiyle– tamamlamış, gerçeğin yeniden kurgulanması safhasından yürüyüşüne başlamış görünmektedir.

Bu gerçeğin çok namusait bir mahiyette tezahür etmekte olduğu bir dönemi düşünün. 19 yüzyıl sonu biliyoruz ki dünya tarihin hatta Avrupa tarihinin en zor anlaşılır dönemi, buradan herhangi bir kavramı, durumu almak ve onun hikayesini yazmak bugün bile hayli zorken, dönemin içinden geçenler için daha zor olsa gerek. Konuları az çok biliyoruz, değişen dünya ve onun algısı, ilişkiler, birbirine karışmakta olan sınıflar, “belle époque”, endüstri devriminin kimi nahoş sonuçları, kadınların kamusal alanda yükselen burçları vs. vs.
Bir de bunlara ek olarak roman gündemindeki yerini koruyan, bugün bizim verdiğimiz isimle bir “öteki” meselesi. Robinson’un Cuma ile karşılaştığı hattın devamı olarak, artık gündelik yaşamın içine yerleşmiş bir “karaderili” durumu.

Narcissus’un Zencisi bu bir köşede durmakta olan “karaderili”yi alır, nasıl dünyada bir zamanlar karşılaştığı beyaz adamlarla artık bir arada yaşıyor ve onlarla çalışıyorsa, aynı biçimde onu bir konu olarak hayatımıza sokar. Burada bir komedya ya ya tragedya arayışı yok; gerçeği tam olarak, detayları ve tam da gerçekleşme anındaki titreşim ile burada tekrar kurgulamaya ilişkin bir çaba var. “Yemek yiyemiyorum, kabuslar görüyorum ve karımı korkuruyorum. Bitsin artık şu kitap” cümlesini kitabın belirleyici bir unsuru olarak arka kapağın en üstüne taşımak bir editör hınzırlığı değil, gerçekten ürtükücü bir gerçeklik var burada: Hem anlatılan hikayeye ilişkin hem de hikayenin anlatılma biçimine.

Bombay-Londra arası çalışan ticaret gemisinde Karayip Korsanları’nın mistik havasından eser yoktur, Narcissus seferine sadece doğanın ve talihin getirdiği iyilik ve kötülükle devam eder. Miço olarak gemiye yazılmış olan James Wait hariç. Gemiye adımını attığı anda herkesin ödünü patlatan zenciyi ölümüne ramak kalmış olmasından dolayı herkes benimser: İnsanları gerçek bir korkuyla yüzleştirdiğinizde ortaya çıkan o korkunç yaşam sevgisinin getirdiği aşk, gemideki herkesi “Jimmy’e halatlarla bağlar. Getirdiği lanetten kaçmanın yolu onu benimsemektir.

İnsanın acayip doğası, kimilerine göre yaratılışı, kimilerine göre zekası, kimilerine göre evrimin bir sonucu: Hoşgörü mecburiyetten doğar. Bir arada yaşamk zorunda kalan insanların bir diğerine yönelttiği ve bizim bugün hoşgörü, ahlak, sevgi diye tanımladığımız o iyi değerlerin kalbine bakmak lazım. Kim gerçekten James Wait’i sevsin ki? Güvertede ölümlü ölümlü dolaşan bu en ölümsüz görünümlü dev gibi adam gündelik gemi yaşantısını herkese zehir eder. Sadece dolaşmasıyla değil, ısrarla hatırlattığı ölümü, eziyet dolu bir yaşamın en sağlıklı ve güçlü (olduğu varsayılan) bedende yarattığı hasarı sürekli tayfaların gözüne sokan hali ve dili ile seferin gidişatını zedeler. Bir intikam hırsı gibi, kaderine boyun eğen zenci değil de, başına gelenlerin ve yakında gelecek ölümünün acısını herkesten çıkartan bir karaderili. Tayfa, anında Wait’i sever böylece, bağrına basar, korur kollar, yemeğini ayağına götürür, çalışmasını istemez, onu gündelik işlerden alıkoyar ve bir kamaraya yerleştirir. “Jimmy” ortalıktan çekilir, ama rahat vermez. Bu iyiliklerin karşılığında teşekkür etmez, daha çok sinir bozar, daha çok ölümden söz eder, kibirini yükseltir. Ayakaltından bu güzelliklerle çekilmesi istenen zenci, çünkü tam da bu güzelliklerin içtenlikle değil korkunç bir sonun yazgısının sürekli unutulmak istenmesinden geldiğini bilir. Diğerleri nasıl içeriden gelen bir dürtü ile korktukları için, görmezden gelebilmek adına zenciyi ayak altından süpürüyorlarsa, Jimmy de aynı mekanizma ile bunu “yemez” işte. Herkes ama herkes sadece kendi çıkarının peşinde: Dünyanın kalıcı düzeni bu, buna meydan okumak gerek, hele insan ölüyorsa, kaybedecek bir şeyi yoksa...

Jimmy’nin yalnızlığı anlaşılır şey değil, diğerlerininki de. Ama içlerinden sadece birinin yaşama isteği yok. Diğerleri, tayfa, bununla dolu, yelkenleri şişiren rüzgâr onlar için iyi, yan yattığı halde batmayan bir gemi onlar için iyi, akşamları bir parça reçel yemek onlar için iyi, James Wait için değil. Ağzına sürülen bir parça balla yetinmeyen o.

Dünyanın acısı böyle çıkarılır mı bilinmez ama bu hareketin bir yere varmaya çalıştığı açık. Romanın “Nigger” adı ile Amerika’da yayınlanmaması bile bir gidişatın göstergesi. Sadece bu gidişatın ısrarla sürdürülen bir hatanın tekrarlanması olmamasına dikkat etmek gerek. Narcissus’un tayfasının iyi niyetle James Wait’e ettiğini tekrar etmemek gerek...

Meraklısına not: Gutenberg Project, yani Gutenberg Projesi telif hakkı zamana yenilmiş metinleri internet üzerinden kullanıma açan bir proje, www.gutenberg.org adresinde hizmet veriyor; bu kitabın orijinalini de orada bulmak mümkün.


Narcissus’un Zencisi
Joseph Conrad
Çeviren: Haluk Şahin
İletişim Yayınları

Yayınlanma tarihi: Nisan 2008

Hiç yorum yok: