Didem Nur Güngören'in durumlar, kitaplar ve şeyler üzerine, yayınlanmış -bazen de yayınlanmamış- muhtelif edebi yazıları... Tarih aralığı da 1999-2010 gibi... Hepsi bir arada temiz temiz...



Yazı

2001 yılının yaz aylarında, benim de içine sonradan dahil olduğum bir avuç “deli bozuk”, bir dergi yayınlama girişiminde bulunmuştuk: Adı Apartman olacaktı. Çeşitli nedenlerden dolayı gerçekleşemeyen bu proje, onu vücuda getirmeye çalışanlara, az ya da çok, bir şeyler kattı. Bu yazı olası dergi için yazılmıştı.


0.1.1 Bir yazı bulmak gerekiyor. Mümkünse taşların altına da, kumulların diplerine bakılsın. Dünyanın ucuna dek bu yazı için gidilsin.

0.2.1 Bu yazı sonraki –yazılması beklenen ve bu yazıyla eninde sonunda bir bütünlük kurması istenen- diğer yazılara doğru gidecek. Sadece kendini yazacak –kurarken, bozarken, ararken ve aranırken.
Adını bulacak.
0.3.1 Diyelim ki önce bu yazı vardı _ şimdi kaybolmuş bulunan. Kara bir taş, ağırlığınca oturuyordu, yerleşmişti (bir kovukta), sanki hiçbir şey bir daha onu kıpırdatamazdı. O nemli loşluk öylesine onun, öylesine doğru.
Sıkıştırılmış, içinde boşluk bulunmayan/ konduğundan beri orada/ gelmesi ve yerleşmesi sanki rüyadaki uçma duygusu –öyle kolay imkansız/ bir hafiflik emdirilmiş kara biçimsiz taş.
* * *
1.1.2 Şimdi o’nu bulmak gerekiyor. Hazırlanıp yola çıkılsın. Bizim kıpırtılı sessizliğimizde altımızdan denizler aksın; bütün olmuş- bitmiş zamanlar bir ‘şimdi’ye eğilsin. Kanatlarımızda ve gövdemize ve ebruli rengimizde olmuşluk biriksin.
1.2.2 Bu yazı belki kendini daha büyük bir yazıya kararlayacak. Bir tek an’da / konumda, o elin sadece ulaşabildiklerini yazmaktansa bir noktadan genişleyen bir balığın gözü gibi yerini ve zamanını ve anlatısını –hep- genişleten bir el olacak.
1.3.2 Gerçekliğinin tastamam aynısı bir karaltı: taş. Kıpırdamaması kendiliği.
Yerinden biraz oynasa taşlıktan çıkacaktı sanki, bir başka nesne/şey olacak, adını –ona verilmiş olan- yitirecekti.
Aynısı olmalıydı bu yüzden onu anlatanın aynasında.
Kendinden başka hiçbir şey bilmeden/ bildirmeden -sıkılığı duruluğu ‘bir’ olan/ bir sesli sözlü zamansızlıkta ‘iki’liğe yer bırakmadan –ne içinde ne dışında-/taşoğlu taş.
* * *
2.1.3 Bizden öncekileri bildikte yükümüz artsın. Bu ağırlıkla havalanmayı, yükselmeyi öğrendikte yolumuzu –daha iyi, daha doğru- bilelim. Durdukça bizi bekleyecek yazı ¬_onca yolu onca ağırlıkla izsiz yönsüz geçecek olan bizi.
2.2.3 Bu yazı kendi küçük alanının büyük –genişleyebilen, aktarılabilen- anlatısını kuracak. İlk gününden bu yana kendisine olanları/ gelenleri bilecek/ toplayacak. Bir kendilik olacak işte, ama kendisini her kelimesinde, öğesinde kuruluşunun/ kurgusunun her aşamasında bilerek.
Hatta yazanın aynasını kaplarcasına büyüyerek.
2.3.3 Etrafı kazıldıkça, kazı kendisine yaklaştıkça anlatanın kuşkuyla üzerine bindiği taş.
Ağırlığı artıyor, üstünde duransa artık biraz da durduğu yerden çevresine bakınıyordu. Hani neredeyse başı dönecekti, öyle genişlemeye başlamıştı bakışı. İster istemez kendini hem taşla hem de etrafıyla bilmeye başladı.
Kazı tehditle yaklaşıyordu bir de taşa.
Ama taş hala aynı/ hala sıkışık/ hala bilisiz/ durdukta durmada/ bir zamanlar olduğu gibi olmayacağının kuşkusundan bile uzak.
* * *
3.1.4 O büyük yazı ve anlatısı bizim beklediğimiz olsun: görüp bildiğimiz her şeyi o daha iyi bilsin –almış, anlatmış, bitirmiş olsun; bir de her kanat vuruşumuzu görmüş bütünlemiş, ulaştırmış olsun kendisine, biz daha hazırlanırken, yoldayken, varmamışken.
Gördüklerimizin en genişi, en yaşlısı ve en bilgesi olsun.
3.2.4 Bu yazı sadece kendisi olacak, olması beklenilen istenilen olmayacak. Genişleyecek elbette, fakat bilgisi görgüsü o an’a -sonunda- yönelik olacak: ne olduğunu, olmakta olduğunu ve olacağını, üstelik bunların tersten okumalarını da bildiği için.
Toplamı kendisinden küçük olacak. Kendisi de bir merkeze doğru her yönü tersten okumaya niyetlendiği için.
3.3.4 Üzerinde duranın çevresine bakıp da başı döndükçe altındaki duruşundan şüphe duymaya başladığı taş.
Etrafı kazıldıkça, üstünde duran, taşın acizliğinin; bir tepede hiçbir şeye benzemez yalnızlığının ayrımına vardı. Aşağısı değişiyor, yeniden iyi kötü biçimleniyor; taşsa, taşlığına taş olmuşluğuna hala duruyordu.
Üstünde duran, kendi tuhaf eğreti duruşunu taşın bu –etrafından, gördüğünden- başkalığına verince onun şeklini şemalini, yerini ağırlığını eninde sonunda da ‘kendi oluşunu’ değiştirmeye karar verdi.
Birden –şimdiye dek hep kendini bilmiş olan- taş kendisini etrafı kazıldıkça oluşmuş tepeden aşağı yuvarlanıyor buldu.
Taş artık/ önce yavaş/ sonra daha da hızlanmak üzere/ işte şimdi biraz şaşkın/ yine de hala olmakta olandan habersiz.
* * *
4.1.5 Bizim yolumuzu o çizdi kendine doğru, bilip gördüğü her şeyden/ o’na doğru çıkılmış her yoldan/ anlatılmış her serüvenden bizi haberdar etmek için. Şimdi bizi görsün ve kendisini sunmadan önce, bizim öykümüzü anlatsın.
4.2.5 Bu yazı gerçek olanla ilişkisini kurmaktan çok yıkmaya davranacak. Etrafında iki tür anlatı kurup, bunları kendisine doğru hareketlendirip ortada, burada –belki-buluşturacak. Belki de bu iki anlatıyı kendisine bir adım kala durduracak _tamamlanmamış/ yarım/ havada/ yolunun üzerinde bırakacak, o an’da durdurup hep yolda kılacak. Bir ‘tek’likten ‘iki’liğe doğru geçişin tam da kendisini yazacak, oluşu da bu ikiliğin tam da kendisi olduğu için; gerçek olanı öylece bırakıp başka bir yere doğru yola çıktığı, oraya da varamayıp artık kendi gerçeğini asıl olandan ayırıp, yana yakıla bunun öyküsünü anlatıp da durduğu için.
4.3.5 Olduğu yerden edilip, hızla bir başka yere doğru hareket ettirilen/ itilen sonunda düşürülen taş.
Şimdi olduğu yerde parça parça.
Uykusundan bir kez uyandırılmış, ilk kez kendisinin dışında bir şeye dönüşmüş olarak duruyordu. Bölündü, saçıldı –etrafına doğru, her yere, her yöne. Öyle ki bundan böyle taşın bir parçasının dahi olmadığı hiçbir yer olamayacaktı.
Hafifliği havaya karışmış/ bu kez ağırlığı her parçasına dağıtılmış/ emdirilmiş/ yayılıp bakışını tamamlamaya çalışan/ yayıldıkça tamlıktan uzaklaşan taş’lar.
* * *
5.1.6 Bizi bekledikçe dağılsın şimdi, böyle yolda bilsin bizi, artık –hep- yolda. Kendisini bizden bilsin. Duysun ki kanatlarımız olduğu yere vuruyor uçuşunu; ya daha da kuvvetli çağırsın adımızı ya da varsın unutsun gelişimizi.
Biz kendi öyküsünü bunca yoldan sonra anlatabileniz.
5.2.6 Bu metin dağılan parçaları bir araya getirecek artık; tam da o anda -anlattığı anda-, bir taş eksikken ve bir adım uzağında iken kendisinin.
Olamadığınca
Kaybettiğince
Aradığınca olduğunu bilecek.
Sorduğunca
Bulamadığınca
^Bir adımda aşılır o eşik. Ama her şeye –post bir zamanda yaşamakta değil miyiz?^
5.3.6 Bakışı değiştikçe hem hafif, hem ağırlığına; hem hızlı hem yavaşlığına; hm kendisi hem de anlattığına doğru bir araya gelen, toparlanan taş’lar.
Üstünde duran, bir zamanlar bir bütün halinde durarak kendisini yükseltmiş olan taş parçalarının bir araya gelip dağılmalarını, bir şekli bin bir yoldan, tekrar tekrar oluşturmalarını izliyordu.
Dokunmasa olmayacaktı, kendisini, taş’larla üst üste yan yana çapraz ya da daha bir çok –gizini kendisinden çıkardığı- biçimde durarak, onların hem o eki parçalanmaz, hareketsiz kara bir taş, hem de şimdi dağılmış ve sürekli yer değiştiren taş’lar olmaları ile bilmeye karar verdi.
Artık kendini hep bölüntülü/ savruk/ yolda bilecek taş’lar/ ve durağan/ kara olmuşluklarıyla.
* * *
6.1.7 Bizi görecek, bilecek, bekleyecek bir yazı kalmadı. Kendimizi aldık, kaldırdık; bunca yerden aşırdık, uçtuğumuz sadece kendimize oldu.
Uslu uslu sustuk, bir yazıya doğru tek kanat: ‘Öykümüzü bir tek o anlatsın’ sandık. Oysa hep uçmaya havalanmışız, varmamaya yoldaymışız , şimdi bildik.
Biz kocaman kara bir taşmışız _anlattık.

Hiç yorum yok: