Didem Nur Güngören'in durumlar, kitaplar ve şeyler üzerine, yayınlanmış -bazen de yayınlanmamış- muhtelif edebi yazıları... Tarih aralığı da 1999-2010 gibi... Hepsi bir arada temiz temiz...



Küresel Savaş Çağında İyimserlik

Büyük Amerikan optimisti Paul Auster’dan yorgun zihinler için yeni bir kaçış haritası: Brooklyn Çılgınlıkları.

Sevgiliniz mi terk etti? Karınız başkasıyla mı kaçtı? Çocuklarınız hayırsız mı çıktı? Evinize hırsız mı girdi? Kişisel ya da küresel sebeplerle dünya dar mı geliyor? O halde “kaçınız, bu sizin hakkınız”; çay bahçelerine, alkole ya da daha iyisi, kitaplara. Paul Auster aslında hep bunu yapıyor: Bir kitabını elinize alın, bir kafa dolusu sorun ya da lüzumsuz düşünce ilk paragrafın açılışıyla birlikte buharlaşsın.
Nasıl oluyor da oluyor peki? Dünyayı eş zamanlı olarak farklı açılardan görebiliyorsanız (bu yetenek size zaten bahşedildiyse ya da zamanla kullanmayı, geliştirmeyi öğrendiyseniz) mis gibi oluyor; kitaptan inip odada volta atarak konuşan karakterler kurabiliyorsunuz, onları şehirlerinde ve hikayelerinde gezdirip gezdirip okurlarınıza kişisel acil durum kaçışları için küçük haritalar verebiliyorsunuz. Üstelik güzel haritalar bunlar, “dünyada iyi şeyler de olur”un, biraz kaderci ama aklı ve sağduyuyu dışlamayan haritaları. Dahası, şanslı bir yazarsanız, bir kısım okurunuz da kitaplarınızla birlikte bu nefis yeteneğinizden bir şeyler kapıp geliştirebiliyor. Ne iyi, gerçek bir saadet zinciri...
İşe yarıyor mu? Kalıcı mı bari?
Aslında asıl soru şu: Bu kitaplardan bize gelen iyimserlik ne işe yarıyor, Paul Auster okuyup da bir iki perspektif değiştirince işler düzeliyor mu? Okuma anının rahatlaması dışında başka bir faydası var mı? Gerçekten mi?
Spekülatif bir yaklaşım olabilir ama, evet. İster inanın ister inanmayın, iyimserlik böyle bir şey, uzaktan bakınca imkânsız: Ne yani, bu çağda, hem de bu şartlar altında, üstelik hayatımın aşkı beni terk etmişken... Evet hem de bu çağda, tam da bu felaketler olurken korunması gereken bir kale var, o da işte bu: İyimserlik. Bir kez zokasını yutunca mucizevî bir etkisi var. İyimserliğin açtığı yolda, insan, bir anda değil ama yavaş yavaş, bütün bu şartlar altında da yaşamını (eğer yıkıldıysa, hasarlıysa) yeniden, hatta belki daha iyi bir biçimde (hatalarından ders alarak) kurabilir. Ölmediyseniz, geç değildir. Şaka gibi gelebilir ama, evet, bunu da kitaplardan öğrenmek mümkün. Nasıl olduğunu nöro-psikolojiyle ilgilenenler daha iyi açıklayacaktır, ama mevcut durum bu: İyimser kitaplar okuyarak iyimser olabiliriz.
Türkçe’deki son Paul Auster romanını da işte bu önermenin deneyini yapmak için okuyabilirsiniz. Brooklyn Çılgınlıkları’nın Nathan’ı orta yaşlı bir yetişkin olarak yaşam deneyimini yeniden ve gerçekten sıfırdan anlamlandırıyor ve bildiğimiz anlamıyla bu kez başarıyor. Kurduğu aileyi kaybetmişken bir kısmını yeniden kazanıyor, kaderin (ya da her neyse o işte) karşısına çıkardıklarını bu kez daha iyi değerlendiriyor, yeni bir aile kuruyor. Her şeyin kıymetini biliyor, üstelik etrafında yavaş yavaş topladığı insanların da hayatlarını değiştiriyor, onlara iyi geliyor. Galiba olabileceği en iyi insanı oluyor. Korkmayın, üstelik kitabın sonunda ölmüyor.
Bu kitaptan (ve belki düzenli ve belirli dozlarla alınan böyle kitaplardan) sonra şu “Secret”taki gibi değil ama, yeterince uğraşırsak, biz de kişisel felaketlerimizin içinden alnımızın akıyla çıkabiliriz. Geç olsun güç olmasın. Nathan’ın bu kitaptaki varlığı, yapıp ettikleri bunu söylüyor.
Peki bunca iyimserlik gerekli mi? Gözlerimizi çağın felaketleri karşısında kör etmesin sakın? Yani bunca kaçış, rahatlama, optimizm falan dünyanın çirkin gerçeklerini görmemizi engellemez mi?
Yanıtını belki bienale, halihazırda İstanbul’daki sanat gündeminin göbeğindeki temaya da bakarak aramak gerek. İyimserliği kişisel felaketler çerçevesinden genişletip dünyaya bakma biçimi haline getirmek tam olarak ne demek? İşte, öznel (ya da özel) hayatın iyimserlik önerisinden, kamusal hayata ilişkin iyimserlik formülünü belki biraz ayırmalıyız. Buradaki iyimserlikten anladığımız yeni bir tür siyasal eleştiri getirmek yönünde olabilir. Aslında küresel savaş çağında iyimserliğin gerekliliği, taze saf bir iyimserlikten ziyade yeni bir bakış açısı önerisi getirmenin gerekliliği gibi okunabilir. (Bienale de buralardan mı baksak?)
Paul Auster iyimserliği bu noktalarda biraz tekliyor; Nathan’ın kişisel hayatını belirleyen felaketler ya da güzelliklerin fonunda 2000’in başındaki Amerika var: 11 Eylül yaklaşırken Nathan Glass’ın özel hayatı. Bu hayat Nathan’ın uğraşması sonucu, net bir biçimde iyiye doğru giderken, Amerika o kadar da iyiye gitmiyor. Bay Glass’ın iç sesine, sonradan küreyi saracak olan felaketlerin ayak sesleri arada bir karışıyor ama son kertede bu geniş sosyal-siyasal çerçeve için herhangi bir bakış açısı Nathan’dan ya da Paul Auster’dan bize gelmiyor.
Yine de bunca yolu gelmişken iyimserliği elden bırakmayalım: Bireysel cehennemleri biraz olsun güzelleştirince işler düzeliyor mu? Galiba evet.
İç işlerimizde düzenli olalım, en azından. Mümkünse... Belki gerisi gelir.


Brooklyn Çılgınlıkları
Paul Auster
Çeviren: Seçkin Selvi
Can Yayınları

Yayınlanma tarihi: Ekim 2007

Hiç yorum yok: