Didem Nur Güngören'in durumlar, kitaplar ve şeyler üzerine, yayınlanmış -bazen de yayınlanmamış- muhtelif edebi yazıları... Tarih aralığı da 1999-2010 gibi... Hepsi bir arada temiz temiz...



Lili

1998-1999 arasında Gizli Yüzler adlı sitede bir grup meraklı, yazılar yayınlamaktaydı. Her yazarın kendine ait bir bölümü vardı. Bu yazılar orada yayınlandı.

02-03.08.1999
Paris

Lanet parmaklar! Lili, o çok sevgili odasında oturmuş parmaklarını ısırıp, etlerini kopartıp, kanatıyor. Küçük ellerinin, küçük parmaklarını aç kalıp kuyruğunu yemeye başlayan bir fare gibi kemiriyor.
Asansörün gürültüsü ile irkildi. Apartmanda kimseyi tanımıyor ama
Hepsinin eve geliş saatini ezberledi; çatı katında, gündüz çadır gibi sıcak, gece ise kuzeyden esen rüzgârla buz gibi olan bir odası var, asansörün eski mekanizmasıyla yan yana.
Şarkı mırıldanıyor; ama söyleyemiyor çünkü ağzında şu an sol elinin yüzük parmağı var.
Bekliyor.
Asansör 5. kattan zemine indi -demirlerin açılıp kapanma sesi- dipten gelen gürültü- tanıdık ama alışılması mümkün olmayan- Lili dikkat kesildi, belki... ve iki kat aşağıda duran asansörün sessizliği.
Lili söylendi, suratını buruşturdu, kapıyı açtı; aynı anda aşağıda bir yerde kilidine sonunda kavuşmuş olmanın rahatlığını taşıyan anahtar şıkırtısını duydu. Kendi dilinde küfretti: "ş" ve "ç"ler merdiven boşluğunda -yabancı- kaybolup gittiler. Sağ elinin baş parmağı ağzında kapıyı kapattı.
Şarkısını mırıldanıyor. Baş parmağını da kanatmayı başarınca aynanın karşısına geçti. Sarı, kısa saçlar, güneşte buruşan minik bir surat, bir çift kısık koyu mavi göz -deniz gibi-, boyun, omuzlar, kollar... yerli yerinde.
"Güzel" dedi. Kendini aynanın karşısında görmek Lili'yi memnun eder.
"Her şey yerli yerinde" dedi ve bunu özellikle kısa bacakları için söyledi. Evet, kısa bacaklar. Lili neredeyse hiç eğilmeden eliyle dizlerini kavrayabilir; çünkü çok kısa bacakları var. Ve Lili kısa bacaklarını çok sever, hiç kimsede olmadığın için. Mutsuzsa, ağlıyorsa özellikle bu akşamki gibi -yine- yalnızsa, parmaklarını yiyorsa, aynanın karşısına geçer, bacaklarını seyreder, hala yerinde duran bir çift kısa bacağa sahip olduğu için, kedilerin kuyruklarını yakalamaya çalışarak eğlenmeleri gibi mutlu olur. Ta ki bir sonraki asansör gürültüsünü duyup, irkilinceye kadar.
Bu kez sol elinin baş parmağını dişlerinin arasına çiğneyerek kapıya dayandı. Parmağından sızan kan diline ulaşıncaya dek yanıldığını anladı. Evin yanından geçen, yüz metre ilerideki ana gara doğru ağır ağır ilerleyen tren gürültüsü, asansör ile aynı; ama asansör camları sarsamıyor, sadece Lili’ye yaklaşık bir dakika elli saniye sonra kapısının birisi tarafından çalınabileceği olasılığı aynı gün içinde belki de yüzüncü kez hatırlatıyor.
Ve ayna, tekrar.
Kısa bacakların kısa görüntüleri de hayatımdaki her şey gibi Lili’nin değiştirmek istediği şeyler. Ama değiştiremeyecek, bu gecenin sıkıntılı, sarı beklentisi gibi, Lili, bacaklarını da değiştiremeyecek. Ve bu nedenle seviyor onları; en ihtişamlı düşü bir çift uzun bacak olduğu için bu kaslı, pembe, kısa bacaklara sahip oldukça bu düşü kaybedemeyecek olduğu için şimdi aynanın karşısına geçmiş, zıplıyor.
Yarın yağmur yağacağını bildiği gibi, Lili asansörün altıncı kata çıkmayacağını, asla sarhoş olup bir şeyleri unutamayacağını, artık doya doya ağlayamayacağını ve sevgili ananesinin bir gün öleceğini biliyor , son trenin her gece tam 01:38’de geçmesi gibi, apartman boşluğuna bakan penceresinde durup evlerinde oturan, uyuyan insanları gördükçe kimsenin onu bu odada ziyaret etmeyeceğini de biliyor. Son metroyu kaçırıp eve taksiyle dönmek zorunda kalanlar gibi, Lili artık başka şansı olmayacağını biliyor.
Bu şehirde ‘eve gidiyorum’ diyenlerin gerçekten de eve gittiklerine, mutluyum diyenlerin gerçekten mutlu olduklarına, bir apartmanın üçüncü katından bacakları sarkıtanların aşağıya gerçekten atlayacaklarına inanılır. Belki de bu nedenle Lili’yi yarattım. Kendime ikinci bir kapı, boyumdan büyük bir pencere açmak için, öğlen güneşi gibi iç sıkıcı bir odada kapısının çalınmasını bekleyen Lili’yi düşündüm. Her fare tıkırtısına, her anahtar sesine, dört duvardan içeri dolan her yabancı cümle parçasına duyarlı; fakat gri gökyüzünden kopup gelen, çatıların üzerinden çıkan, kaldırımları yalayan özgürlüğe kayıtsız Lili, şimdi de odasının olanca sessizliğinde, kalp atışlarını sayıyor.
Ve ben Lili’yi burada oturup yazarken, onu güçlü kılamayacağımı biliyorum. Özlemek benim, beklemekse Lili’nin seçimi.
Benim uzun bacaklarım var: Birbirimizin düşüyüz. Lili, benim kırk beş dakikalık görüntüm aynamda, bense onun aynada görmek istediğiyim, tam da şu anda, aynaya üflediği sıcak nefesinin buharını sildiğinde.
Asansörü boş verdi, artık beklemeyecek. Hızla giyinip, dışarı çıkacak, bacaklarının üzerinde zıplayarak yürüyecek. Çünkü yerinde yüzyıldır duran ve asla kıpırdamayacak olan taştan heykeller gibi, kapısı hiç çalınmayacak.
Serin gece. Yarın yağmur yağacak. Lili, her şeyi yapabilir; biliyor, benim bu öyküyü yazmayı yarına bırakmam gibi, yaşamını erteleyebilir de.
Kısa bacaklarının üzerinde yaylanarak yürüyor şimdi. Yirmi beş dakikası kaldı, önünde duran bu kağıttan ve aynamdan kaybolmak için.
-Yazdıklarımı kimse okuyamaz- mezar taşlarının üzerinden kaybolup giden yazılar gibi, kimi kaybolup, kimin yaşadığı bilinemez.
Lili kan oturmuş parmaklarına baktı, sanki kapısı çalınmasa kemirmeyecek onları. Odasının yılda kaç gün güneş ışığını doğrudan aldığını merak etti. Karşıya geçecek –sarı ışık- önce köpük köpük denizi düşündü, sonra da ağustos böceği seslerini, sarı parlak öğle güneşinin üzerimizdeki boğuk yankısı gibi –kırmızı ışık- Lili kaldırımın kenarında ayaklarının yarısı yolun boşluğunda, diğer yarısı kaldırımın üzerinde kalakaldı. Sendeliyor ağır ağır, önce arkaya, sonra hızla öne, yana doğru.
Tak.
Kapının ne acele, ne de çok sakin ama içeride birinin olup olmaması önem taşımıyormuşçasına –kayıtsız- çalınması gibi Lili’nin arabanın altında kaybolan bacakları.
Tak.
Beşinci kattan düşen kedinin beton zeminde çıkardığı ses. Hemen ardından aynı kedinin kuşların peşine düşmeden önce, dişlerini farenin boynuna gömdüğünde, farenin çıkardığı ses.
Sessizlik.
Lili bu kağıdın üzerinden kaybolmadan önce, gözlerini sarı hastane odasında açtığında, kısa bacakları kendisinden çok daha önce gömülmüş olacak. Lili’nin gözleri güneşten kamaşır gibi kamaşacak, özlediğini hissedecek ama eski mi yoksa daha hiç yaşanmadı mı bilemeyecek. Kendine yeni bir düş arayacak; çünkü artık uzamasını istediği kısa bacakları yok.
Doğru, aynamdan Lili’nin önce bacakları kayboldu. Onun gövdesinin altında kendi uzun bacaklarımı görebiliyorum. Tek bir sözcük ya da öyküyle her şeyi anlatamayacağım için susuyorum. Bütün kelimelerimle susuyorum.

Hiç yorum yok: