1998-1999 arasında Gizli Yüzler adlı sitede bir grup meraklı, yazılar yayınlamaktaydı. Her yazarın kendine ait bir bölümü vardı. Bu yazılar orada yayınlandı.
Uzattığım bacaklarıma bakıyorum.Ayak parmaklarımı usulca kımıldatıyorum.Artık kimse görmüyor.Açık pencereden dışarısının sesi -boğuk- odaya doluyor.Misafir odası.Bu odayı kullanmayıp,misafirlerimize ayırdık,doğru,üstelik Cevat çok kızacak bu koltuğa oturup yazmama -yazmama bile kızacak belki-ama olsun,sanki ben misafir değilim,Cevat ölünce gideceğim zaten. Annesi öyle dedi evlendiğimiz gün ‘Cevat ölünceye dek saltanatın bu evde’ oysa kendi ölüverdi üç sene sonra da ‘Dünyada saltanat buncaymış’ dedi Cevat ‘ölünceye kadarmış’.Başörtümü düzeltip tam da şu noktaya baktım:annesinin sararmış çene çukuruna.’Evet ‘demedim ‘evet Cevat ,ama saltanat yok ki,kulluk var,kime kulluk edeceğini sen bilirsin ama yalnız kulluk var.’
Onaltı yaşımdan beri hiç yazmadım.Canım yazmak istemediğinden değil,o yaşımın heyecanıyla kaiıt kaleme sarıldığımdan hiç değil:bu ev bütün vaktimi aldığından.Bazen Cihan’ı görürdüm de yazarken de içim cız ederdi, ‘anne’ derdi ,‘çay getirsene,yazı yazıyorum.’.Ah yavrum,ne de çok yazardı,baktırmazdı da,çayını masasına koyarken gözledim bir iki ama hemen sinirlendi;öfledi püfledi,çıktım ben de.Ama son cümlesini gördüm de düşündüm durdum sonra;’Ruhumda delikler açılıyor’ diyordu,doğru,ruhumda delikler açıyor bu ev benim. Sonra Cevat’a türk kahvesi yapardım.Kahvesini nedense bu odada içerdi,bir de sigara tellendirirdi yanına,duman içinde kalırdı güzelim oda,ama bak ben şimdi ne güzel yazıyorum;odaya hiç elleşmeden,kül tablalarının,saçaklı dantel örtülerin yerini değiştirmeden,geniş yeşil koltuğa da uzattım bacaklarım,defterim kucağımda,büyük beyaz boşluğa yazıyorum da yazıyorum.Yazdıkça boşluklar küçülüyor,gözlerim halıya takılıyor:hiç boşluk kalmış mı desenlerden;az, çok az,işte öyle dodurmak istiyorum beyaz kağıdı;kağıtta genişlemek istiyorum.Hayal ediyorum kendi gövdemi yatırmışım-çıplak- o kocaman kağıdın üzerine;doldurmak için debeleniyorum da debeleniyorum,kağıt mı buruşuyor, buruşsun,boşluk kalmasın da.. Belki çizilebilir de kağıdın üzerine,boyayla bütün boşluklar doldurulabilir de,daha da renkli olur ama yine de boşluk olur onlar;kağıda resim yapılsa bile sadece boşluklar renklenmiş olur;dolmaz ki..Sadece bu küçük dolmakalem izleri,kargacık burgacık insan icatları-belki de evlatları-bazen üzerinde noktalarla,bazen de kağıdın üzerinde bir cin varmış da düz çizgileri orasından burasından çekiştirip bir hallere sokuyormuş gibi görünen bu yalnız insana kulluk eden harfler doldurabiliyor boşlukları.Kulluk ya evet;elime kalemi alınca hükmettiğim kabuslar..Kabuslar ya,evet;onbeş yıldır rüyalarıma giren,büyüyüp büyüyüp beni yutan,siyaha boyayan-kendileri gibi- gölgeye çeviren harfler ya,evet;yalnız bana kulluk eden harfler.
Gündüz evde dolaşırken düşünürüm,onbeş senedir-tam onbeş sene oldu bu evden çıkmadım hiç-geceyi, olsun bir an önce de,duvarları önce sarı sonra su yeşili olan misafir odasında yeşil koltuğa bacaklarımı uzatayım,pencereyi açayım yaz kış fark etmez,ama artık düşünemez oldum.Düşünemez oldum hem de iş yapamaz Cihan’a dayanamaz,Cevat’la uyuyamaz,kahve bile yapamaz oldum.Evin içinde,kafalarını ileri geri sallayarak yürüyen güvercinler gibi dolaşmaya-yatak odasına,oradan Cihan’ın odasına,banyo da beş dakika,sonra misafir odasına,kapıyı açıp dışarı bakmak beş saniye,camdan bakmak on dakika-dayanamaz oldum.Oldum ki ne oldum;çatlayacak gibi oldum,bütün gün içeriden kapıya vurur durur oldum. Onbeş sene önce bir bütün günü dışarda geçirdiğimi hatırladım.Aman o gürültüde,sonra sessizlikte,aydınlıkta,ıslaklıkta...Kapılara gidip çaldım hep-dünkü gibi- kimse açmadı.Cevat’la Cihan oturadursunlar kayınvalidemin evimde,ben hep dışardaydım;ne çamaşır,ne temizlik;tozlar,çöpler..Bir de sıcak mı sıcaktı,öğleden sonra da yağmur yağdı. Gece çok serin,içeriye doluyor,perdenin püsküllerinin altından esiyor,perdeyi gelinliğimin etekliği gibi havalandırıyor,bacaklarıma vuruyor.Parmağımı kımıldatıyorum.Usulca.Düğünde ayakkabılar ayağımı sıktıydı da kimseye söylemedim,o temmuzun sıcak rüzgarında böyle parmaklarımı bile oynatamadım.Ama bak şimdi hem yazıyorum hem de parmağımı oynatıyorum.Kimse görmüyor.
Cevat’la Cihan artık dışardalar,onca tozun,çöpün,gürültünün arasına,dışarıya kilitledim onları;dedim ya dayanamaz oldum diye,Cihan bir iki zırıldadı ‘anne’ diye,Cevat da başını ellerinin arasına alıp öylece oturdu kaldırıma,hiç konuşmadım ben de,konuşsam yazamazdım ki;hafler uçar giderdi,ne kağıt dolardı ne de başka şey..
Hiç konuşmadım,aldılar başlarını gittiler,belki diyorum,belki bir daha hiç gelmezler,ben de dışarısı denen o karanlık odaya hiç girmez,yeşil koltukta bacaklarımı uzatır,yazarım..Boşlukları doldururum; kağıtlardaki,duvarlardaki..Koca gövdemle çıplak dolaşırım içerde,debelenirim de doldururum bütün evin boşluklarını,onbeş senedir onlarla dolmayan boşlukları harflerin karanlık bir gölge ettiği gövdemle doldururum;ev,ev şeklinde kara bir boşluk oluncaya kadar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder