Didem Nur Güngören'in durumlar, kitaplar ve şeyler üzerine, yayınlanmış -bazen de yayınlanmamış- muhtelif edebi yazıları... Tarih aralığı da 1999-2010 gibi... Hepsi bir arada temiz temiz...



Şiddetin Medyatik Tarihi

Gündelik hayatta medyanın bu denli takipçisi olan insanların basit birer alıcı olmadığı açığa çıktığından beri medyadaki şiddet içeren mesajın içeriği ve biçimi üzerine daha çok düşünüyoruz: Acaba gerçekten de zararlı olabilir mi, kime ne kadar zarar verebilir, şiddet talep ediliyor mu, öyleyse neden?


Televizyon izleyicileri, bilgisayar oyunlarına meraklı olanlar, her gün düzenli olarak gazete okuyanlar, haber dergileri takipçileri, sinema tutkunları, hatta cinayet romanlarına düşkün olanlar ... Bütün bu insanların (aslında hepimizin) medya vasıtasıyla alınan mesajı, özellikle de şiddete ilişkin mesajı az çok eleştirel bir filtreden geçirdikleri (geçirdiğimiz) aşikar. Karşımıza çıkan her şiddet görüntüsünü, anlatısını, sinyalini farklı şekilde algılıyoruz, yorumluyoruz. Bu örneğine ya da sembolik haline tanık olunan şiddeti kendi davranışlarımıza taşımamız ise bambaşka bir durum. Yaş, cinsiyet, eğitim, aile... İçinde bulunulan her türlü şart mesajla, şiddete dair olan mesajla ne yapıldığına etki ediyor. Dolayısıyla şiddete ya da simgesel düzeyde şiddet içeren bir mesaja tanık olup sonra da birilerinin üzerinde bunu uygulamadığımızı biliyoruz.
Yine de medyada şiddet sözkonusu olduğu zaman, ya da şiddetin derecesi gözümüzü rahatsız ettiği zaman yerimizden zıplıyoruz, sonuçlarını hesaplamaya girişiyoruz, sonuçlarından ürküp engellemeye çalışıyoruz, olumsuz sonuçları için araştırmalar yapıyoruz. Sonuç? Konu hakkında alınan yol bir arpa boyu mu, yoksa gerçekten de şiddet betimlemeleri ve onların etki alanı konusunda artık bir fikrimiz var mı?

“Medyada Şiddet Efsanesi” bu konuyu masaya yatırırken bu iki ucun arasındaki değerlere bakıyor. Aslında California Üniversitesi’nde profesör olan David Trend’in önerdiği bakış açısı, genel kapsamlı akademik ve eleştirel (ayrıca olabildiğince nesnel) bir yaklaşımın herkesin rahatça anlayabileceği bir dile tercümesinden oluşuyor.

Şiddetin Arkeolojisi
Şiddet efsenesine şiddet betimlemelerinin tarihinden giriş yapan Trend, şiddetin insan türü ile ilişkisini değerlendirirken bir bakıma kaçınılmaz olanın, hep göz önünde olanın yavaş yavaş göz önünden çekilmesiyle birlikte toplumsal ve bireysel olarak kazandığı öneme vurgu yapıyor. Önce şehirlerden kalkan salgın hastalıkları, kıtlığı, bedenin varoluşunun sınırlılığını bize sürekli hatırlatan bu “doğal” durumları, ortalıktan silinen “ölüm” fikrini düşünmek gerek. Gündelik hayattan çekilen şeyin bir anlamda kültürel hayatta sürekli yeniden üretildiğini, bir anlamda buna ihtiyaç duyulduğunu bile düşünebiliriz. Zira Eski Ahit’ten bilgisayar oyunlarına dek kültürel alanlardaki her türlü ürün şiddet tasvirleri ile yüklü.

Ama bizim asıl rahatsızlık kaynağımız Homeros’un anlattığı savaşlar ya da Dante’nin aslında korkunç olan Cehennem’i değil. Bir teoriye göre bütün bu şiddet efsanesi insanların saldırganlık eğilimlerini kontrol etmeye yarıyor gibi görünse de şiddet içereğinin bu denli fiyakalı bir biçimde aramızda dolaşıyor olması, Columbine hadisesi ile bilgisayar oyunlarının doğrudan ilişkili olabileceği olasılığı ve buna benzer belirgin şiddet olaylarında televizyonun, filmlerin temel motivasyon gibi görünmesi hepimizi harekete geçiriyor. Aslında artık uygarlaşmış olduğunu düşündüğümüz bir dünyada, eskisinden neredeyse net, kalın çizgilerle ayırmaya çalıştığımız yeni evrenimizde şiddete tahammülümüz daha az. Hatta mümkünse hiç olmasın istiyoruz. O nedenle de bütün şiddet içerikli medyayı mercek altına almak ve kontrol etmek niyetindeyiz.


Şiddet Tasvirinin Etkisi
Şiddet içerikli medyaya maruz kalmakla şiddet uygulamak arasındaki ilişki bu nedenle durmaksızın mercek altında. David Trend’e göre bütün bu araştırmalardaki kusurlar araştırmaların sonuçlarını sandığımızdan fazla etkiliyor. Öncelikle bilimsel alanlara daha çok yaslanan araştırmaların durumun tam tersini gösterdiğini, şiddet içeriğinin insanları rahatlattığını savunuyor. Bunun da ötesinden bu araştırmalar vasıtasıyla saldırganlık gibi çok karmaşık bir itkiyi ölçmenin, özellikle de bunu medya üzerinden ölçmeye çalışmanın çok güç olduğunu; en iyi ihtimalle de bilimsel araştırmalar ile “medyadaki şiddeti bir nebze anlayabileceğimizi” söylüyor. Dolayısıyla medyadaki şiddetin etkisinin hâlâ (ya da henüz) kanıtlanmadığını, ya da bizim sandığımız kadar büyük bir ilişki olmadığını düşünebiliriz.
O halde bütün bu “asi çocuklar ve sapkın gençler” nereden geliyorlar? Eğer bütün bunları filmlerden öğenmiyorlarsa, bilgisayar oyunlarından kapmıyorlarsa nereden buluyorlar? Bugün televiyonlarda izlediğimiz korkunç gerçek olaylara ne sebep oluyor? Eğer televizyon şiddeti arttırmıyorsa ne arttırıyor?

Belki de cevaplar için bakmamız gereken ilk yer, gözlerimizin önünde olan televiyon ya da bilgisayar değildir. Trend, şiddet tasvirinin bir ihtiyaç olmasının yanısıra, kültürümüzün içine işlediğini ve oradan sökülüp atılmasının mümkün olmadığını düşünüyor. Özellikle şiddet içerikli medyanın büyük üretimine, bir yandan zararından bahsetmeye çalışırken bir yandan da yayılmasına hiç bir şekilde engel olamamıza bakarsak, bütün bu şiddet tartışmasının alevlenmesinin ve harlı ateşte hâlâ pişiyor olmasının medyanın insanları şiddete yöneltmekten zevk almasının ve bundan para kazanıyor olmasının dışında bir nedeni olsa gerek. Şiddeti her ne kadar istemiyor, beğenmiyor olsak da hayatımızın bir parçası olduğu bir gerçeğini hatırlamak gerekiyor. Medya da, şiddet içeriği de ancak derinlemesine kavranmaya çalışılırsa anlaşılabilir, çünkü şiddet sonradan yapay bir şekilde kültürümüze eklenmiş değildir, Trend’e göre “her yerde vardır sanki.” “Fakat her yerde olduğu için de zapt etmek güçtür.”

Şiddeti Meşru Kılmak?
Bütün bu bakış açısı şiddeti savunuyor, şiddet medyasına yeşil ışık yakıyor, şiddet tasvirini meşru kılıyor gibi görünebilir. Buradan çıkış yazara göre şiddeti ve şiddet içerikli medyayı doğru anlamaktan, derinlemesine kavramaktan ve anlatmaktan geçiyor. Şiddet içeriğinin zararından onu yasaklayarak, ya da televizyonu kapatarak değil, onu anlayarak korunabiliriz (ya da birilerini, örneğin çocukları ve gençleri koruyabiliriz.) Çünkü her şeye rağmen şiddet masum değildir, başkalarına ya da kendimize zarar vermemek, son kertede şiddeti ve tasvirini bile içeren kültürlerimizde daha kuvvetli bir ahlaki değer çünkü. Toplumsal yapılarımızı üzerine inşa etmek istediğimiz değerlerden bahsedeceksek medyadaki şiddeti de iyisi ve kötüsüyle ele almamız gerekiyor. Ve bunu yaparken de kalın harflerle kuralları sıralamak yerine, belli ki, uzun uzun neyin ne olduğunu tartışmaya devam etmemiz gerekiyor.


MEDYADA ŞİDDET EFSANESİ
David Trend
Yapı Kredi Yayınları

Yayınlanma tarihi: Kasım 2008

Hiç yorum yok: