Didem Nur Güngören'in durumlar, kitaplar ve şeyler üzerine, yayınlanmış -bazen de yayınlanmamış- muhtelif edebi yazıları... Tarih aralığı da 1999-2010 gibi... Hepsi bir arada temiz temiz...



Türk Romanının Başladığı Yerden

Cumhuriyet Dönemi’nin önemli politik ve edebî şahsiyetlerinden Halide Edip Adıvar’ı bugün hitabeti, savaştaki rolü, “Ateşten Gömlek”i, “Sinekli Bakkal”ı, milletvekilliği, Mustafa Kemal ile düştüğü fikir ayrılıkları ile hatırlıyoruz daha çok. Çevirmenliğini az biliyoruz, roman yazma “uğraşısını” ise yeni keşfediyoruz.


Osmanlı aydını tercüme odasında mı doğmuştur hakikaten? Kendisine ait bir yazma çabası ne kadar, nasıl şekillenmiştir? Can Yayınları’ndan basılan “Son Eseri”nde Halide Edip Adıvar’ın kısa bir “mukaddime”si var: “Hulâsa bir romancıya eski eserlerinin bazısı bir türlü yakasını bırakmayan fena bir rüyaya benziyor.” Halide Edip 1913’te kendisini bir romancı olarak görüyor, bir çevirmen ya da gazeteci ya da öğretmen olarak değil. Osmanlı Devleti’nin kapanışına gözlerini açmış bir aydın olarak romancı sıfatıyla etrafına bakıyor. “Sen Eseri” Halide Edip Adıvar’ın roman yazma uğraşısını romanın konusu yaptığı romanı; kahramanı Feridun Hikmet bir romanın neden ve nasıl yazılacağını bizzat kendi üzerinde deneyen kahramanı. Anlatıcının yaşadığı yazamama buhranı ve buna bulduğu çözüm, roman denen bu görece yeni biçimin özünü araştırmaya yönelik. Şimdiye dek çevresinin hikayesini anlatmış olan bir yazarın, Feridun Hikmet’in tıkandığı noktada kendi hayatına dönüp kendi özel alanını kamuya açma kararıyla başlıyor roman. Romancının temel soruları anlatıyı başlatıyor: İnsan yazarken çevresinden mi beslenir kendisinden mi? Kendisinden beslenmesinin sakıncıları var mıdır, varsa nelerdir? Kendi hayatını anlatmaya karar vermesi ile romanın problematiği kuruluyor. Bu roman yazma uğraşısının meşgul ettiği Halide Edip’in kahramanı Feridun Hikmet’in kendisi üzerinden gerçekleştirdiği araştırması daha ileriye gidiyor, bir psikolojik romana dönüşüyor.

Psikolojik tahlillerin, üstelik kahramanların kendi içlerine dönerek yaptıkları geniş bir duygusal taramayı içeren “Son Eseri” bir yandan Feridun Hikmet’in yazmaya çalıştığı roman olarak görülürken bir yandan da onun hayattan kopukluğunu, hatta onda cisimleşen Osmanlı yazarının hayata bakarken hayattan kopuşunun da anlatısı. Hızla garplılaşan karakterlerin kendi içlerindeki kaynakları (bireysel ve kamusal hayatlarını) aldıkları eğitimle şekillenen başka kaynaklarla birleştirerek yaşamla bir bağ kurmaya çalıştıkları roman, açıldıkça kadın ve erkek kahramanlarının kendi iç dünyalarına nasıl da gömüldüğünün altını çiziyor. Aşk ve bu aşkın yaşanamaması yetenekli ve dünyayı okumaya niyetlenmiş iki karakterin elini kolunu bağlıyor. Ressam Kâmuran kendi kısıtlı evreninin içinde, ilk başta kuvvetli ve yolunu çizmiş bir kadının sinyallerini verirken kontrol etmeye çalıştığı son derece doğal hislerin çıkmazında eziliyor. Anlatıcı (ve aynı zamanda eserini okumakta olduğumuz) Feridun Hikmet ise analizinde ileri gittiği aşkın içinden çıkıp tekrar yaşama, romana dönmekte zorlanıyor.

Romanın bir yaşam araştırması olduğu düşünülürse, kendi hayatının romanını yazmaya soyunmuş olan Feridun Hikmet’in yaşam ve dolayısıyla roman araştırması kendi duygularına ya da hayatına mesafe almanın yakınından bile geçmiyor, bütün bu duygu karmaşasının içinde kaybolmasına yol açıyor. Romanın bir tür olarak sadece yazarın içe dönük bir psikolojik analizi olmadığını belki de böyle bir kıssadan hisse ile anlatmaya çalıştığını düşünebiliriz Halide Edip’in. Romanın romancısının, Feridun Hikmet’in bir anlamda başarıya ulaşamayan bir roman araştırması okuyoruz zira, üstelik tam da kendi kendisine gömülmesi, romanın gerektirdiği analitik düşünceden sapması yüzünden. Böylesi bir anlatıyı 1913’te Tanin gazetesinde tefrika eden genç Halide Edip ise bir roman yazamamanın nedeniyle böylece meşgul oluyor. Yapıtının sonraki basımının önsözünde ise kendisi açısından da bu romanın zorluklarından bahsediyor, yaptığı “ıslah”ın romanı yazmaktan daha çok çaba gerektirdiğinden dem vuruyor, bu romanı genç ölen bir kadın arkadaşının anısını yaşatmak için yazdığı için belki... Zira artık olgunlaşmış Halide Edip bir romanın yazılma gayesini ya da bu süreci iyi biliyor, en azından “Son Eseri”nde neredeyse bir problematik olarak tartıştığı, romancının mesafe alamaması durumununu ,yi biliyor olmalı. Yine de bu romanın tekrar basılmasına engel olmadığına göre romanın önsözde belirttiği gibi bir “gençlik rüyası”ndan fazlası olduğunu, gerçek bir roman yazma çabası olduğunu ve konusunun başarılamayan bir roman olduğunu da göz önünde tutuyor olmalı.

Bu açıdan bakıldığında Halide Edip’in tercüme odasında doğmadığını, tersine dünyayı kendisine tercüme etmeye çalışan bir toplumun içine doğarak, son derece doğal bir biçimde, gördüğü dünyanın hizasına yönelik geniş bir çalışmaya giriştiğini görüyoruz. Roman yazmak ile ilgili temel sorunları açığa çıkaran genç bir kadın yazar burada Halide Edip. Türk romanının geldiği noktayı artık yavaş yavaş kavrarken, nereden başladığına da bakmak için “Son Eseri” iyi bir fırsat sunuyor.

Son Eseri
Halide Edip Adıvar
Can Yayınları

Yayınlanma Tarihi: Ekim 2008

Hiç yorum yok: