Didem Nur Güngören'in durumlar, kitaplar ve şeyler üzerine, yayınlanmış -bazen de yayınlanmamış- muhtelif edebi yazıları... Tarih aralığı da 1999-2010 gibi... Hepsi bir arada temiz temiz...



Sessiz Bir Direnişin İzinde

Rus Fotoğrafçıların Bolşevik Devrimi sonrasındaki birbirlerinden etkilenerek giriştikleri, belirlenmiş estetiğe direnen bir akımı özetleyen fotoğraf sergisi İstanbul Modern’de.


İstanbul plastik sanat sergileri açısından ivme kazanıyor, hem Türk hem de yabancı sanatçıların büyük sergilerini daha sık memleketimizde ağırlar olduk. Aynı şey fotoğraf için de geçerli olmaya başladı. Geçen ay Pera Müzesi’nde açılan (ve hâlâ süren) Josef Koudelka Retrospektifi’nin yanına İstanbul Modern bir başka ufuk açıcı fotoğraf sergisi ekledi: Sessiz Direniş.

Ekim Devrimi ertesi herkes için o kadar da parlak olmadı. Çarın ve ailesinin başına ne geldiğini filmlerden hepimiz biliyoruz; bir de az çok Sovyet Rusya’sından kaçarak Avrupa’ya ya da Amerika’ya göç eden sanatçıları biliyoruz (misal Nabokov, misal Tarkovski). Bu panorama az çok baskıcı rejimi bize anlatsa da detaylarını bilmediğimiz açık. Sessiz Direniş, Rusya’da rejimin insanları bir kuşak gibi sarmaladığı kültür sanat ortamında fotoğraf ile ilgili kuramsal ve pratik yaklaşımları kendilerine ideolojinin önerdiğinden farklı olduğu için çalışmaları engellenen, kamplara gönderilen ya da sürgüne gitmek durumunda kalan fotoğrafçıların çalışmalarını, tam da bu tema altında bir araya getiriyor. Küratörünü Moskova Fotoğraf Evi Müzesi Direktörü Olga Sviblova’nın yaptığı sergide adına “resimsellik” (pictorialism) denen bu akımın temsilcilerinin neredeyse gizli gizli çekip bastıkları ve sakladıkları fotoğraflarda Rusya’nın özenle gizlenmiş bir dönemin de net izleri mevcut.

Bir estetik müdahale…

1940’a dek ürün verev bu sanatçılar estetik açıdan hayli ilginç damarlardan besleniyorlar. Resimsellik fotoğrafın uyum ve dengesinin anlattığı gerçekten daha önemli olduğunu savunuyor, fotoğrafta önemli olan şey estetik bütünlük bu nedenle negatiflerine elle müdahale ediyorlar, ya da negatifleri boyuyorlar. Estetiğin, fotoğrafın uyum ve dengesinin önemini vurgulayarak, ışığın her türlü oyununu, değişik tekniklerle yumuşak tonlamaları kullanıp, dramatik ve şiirsel çalışmalar yaratıyorlar. Kişisel ifade biçimleri önem kazanıyor, resimler objektif bir gerçekliğin belgesi değil de fotoğrafçının bu gerçekliğin yeniden üretilmesine müdahalesi ile oluşuyor. Neredeyse izlenimciğin tekniğine ve estetik yaklaşıma,ına (ya da kuramına ve hatta pratiğine) fotoğraf tekniklerini kullanarak ulaşıyorlar. Fotoğrafa bambaşka bir kişilik kazandırdıkları kesin. Müdahale ile fotoğrafın yeniden üretmekle övünüp durduğu gerçeklik arasındaki uyuma bakıyorlar. Temiz ve püripak bir gerçekliği alıp dünyaya hediye etmekle ilgilenmiyorlar. Sanatın şahsi ve muhterem olduğu bir alan yaratıyorlar. (Bu nedenle de Rus gerçekliğini yansıtmadığı öne sürülen bu fotoğraflar ve fotoğrafçılar 1930’larda burjuva değerlerini yüceltmekle suçlanıyorlar. Bir bakıma başlarına gelmedik kalmıyor.)

Bu estetik yaklaşım, bizim 20. yüzyıl ortasında oluştuğunu sandığımız bir çok akımın ve bunların içinde şekillenen düşüncenin merkezlerinden bir tanesini gösteriyor. Genelde postmodernizme modernizmin bir çok özelliğini fark etmeden katıyoruz, gerçekliğin bozulup tekrar kurgulanmasını nasıl sinemaya hediye ediyoruz. Halbuki bütün hikaye 19. yüzyıl sonunda çoktan şekillenmiş olarak duruyor, 20. yüzyıl başı ise bütün değişimin cilalandığı yer olarak önümüzde duruyor. Bu fotoğraflar durumun en açık kanıtı. Son kuşak Rus yönetmenlerden Aleksandr Sokurov’un çektiği bir filmin karesine bakmıyoruz, bunlar 19. yüzyıl sonunda, 20. yüzyıl başında çekilmiş fotoğraflar.

Ruslar entelektüel üretim söz konusu olduğunda gerçekten de böyleler. Eğer sanat ilerleme kavramına yüklenebilseydi bu fotoğraflara çok ileride diyebilirdik. Ama ilerleme sanatın bir paradigması değil. Bu akım ve temsilcisi olan bu fotoğraflar bugün bizim sevdiğimiz gibi “çok katmanlılar” ve onları yavaş yavaş öğelerine ayırıp okuyabiliriz. Bu nedenle etkileri de, etraflarındaki hikaye de çok kuvvetli.

Sergideki fotoğraflar “vintage print” yani fotoğrafların özgün baskıları. 1898’den 1940’lara dek üretilen 194 adet orijinal baskının yanı sıra Rus Fotoğrafı’nın en seçkin isimlerinin yapıtları da sergide yer alıyor: Alexander Rodchenko, Sergei Lobovikov, Alexander Grinberg, Yuri Yeremin ve Aleksei Mazurin…

Sosyalizmin ettiği…

Yine de bu fotoğraflar bir dönemdem sadece arta kalanlar: 1990’larda tekrar keşfedilen bu akıma dair önemli kaynaklar yani özgün baskılar buhar olup uçmuş, yani bir ülkenin kendi çocuklarının kendi ülkelerini belgeledikleri fotoğraflar şimdi yok. Çünkü ülke sadece kendi kendisini kendi istediği biçimde belgelemek istedi. Çocuklarını da yedi. Her zaman her yerde aynı: Her devrim kendi çocuklarını yer.

“Kişisel” varoluşlarını ve estetik deneyimlerini, estetikle ilgili her türlü düşüncelerini ve deneyimlerini ifade etmeyi arzulayan resimsellik akımının temsilcileri, “burjuva ideolojisinin destekçileri”, “idealist - bireyciler” ve “devrim öncesi yaşam tarzının savunucuları” olmakla, “sınıf çatışması kuramı yerine burjuva değerlerini öne çıkarmakla” suçlandı. Alexander Grinberg, “pornografi yayınlamak” gerekçesiyle Stalin’in kurduğu işçi kamplarından birine gönderildi. Vasili Ulitin, Moskova’yı terketmeye zorlandı. Bu fotoğrafçıların yaratıcı çalışmaları engellenirken, 1930’ların sonuna doğru yapıtlarını yurt dışında sergilemelerine de izin verilmedi. Akım 90’larda yeniden keşfedildi ama olanlar çoktan olmuştu. Bir kuşak ve onların üretimleri iz bırakarak da olsa kaybolup gitti. Dolayısıyla Rusya’nın kendi kültürel tarihini (ve tarihini) anlamasına ve anlatmasına olanak sağlayacak kaynaklar da yok olmuş durumda. Bir ülke için ne acı verici bir deneyim.

Bugün İran’da, Çin’de ya da baskıcı rejimler altında ya da onların mirasçıları altında yaşayan sanatçılar hâlâ aynı dramı yaşıyorlar.
Türkiye’de halimize şükretmekle yetinmemeli. Zira baskı sadece rejimin işi değil, toplumsal kültürel miraslarda da aynı baskılar mevcut. Günün birinde Türkiye’nin bir deönemini anlatacak kültürel bir yapıt kalmaması olasılığı düşük olsa da, az da olsa bir kısmının dolaşımda olmama olasılığı halen sürüyor. Direniş’in fotoğraflarına bakmalı ve kendimize pay çıkarmalıyız.

Sessiz Direniş
25 Mayıs’a dek İstanbul Modern’de

Hiç yorum yok: