Didem Nur Güngören'in durumlar, kitaplar ve şeyler üzerine, yayınlanmış -bazen de yayınlanmamış- muhtelif edebi yazıları... Tarih aralığı da 1999-2010 gibi... Hepsi bir arada temiz temiz...



Yazar Ne Yaşar Ne Yaşamaz?

Kitaplarımızın gerisindeki yaşamlar aslında nasıl? Bizim ömrümüze ömür katan kitapların yazarları aslında bu kitaplar için ömürlerinden neler veriyor? Peki kafamızı karıştıran metinlerin yazarlarının kafaları gerçekten nasıl çalışıyor? Javier Marías’ın konuya eğlenceyle eğilen kitabı bu gizli yaşamları açığa vuruyor.


Keşke neşeyle yazı yazılabilse! Şöyle hafiflikle, güzellikle, sıkılmadan, bozulmadan, hiç acı çekmeden edebiyata ya da sanata dair bir şeyler yapılabilse! Oysa gayet iyi biliyoruz ki bir masanın başına geçmek ve insanın varoluşunun temel ilkelerine dair bir işler yapmak insan zihnini, bedenini yoruyor. Kendisini yazmakla görevlendirmiş ya da bu itkiyle davranan biri genelde kendisinden bir bütün insanlığın hayat hikayesini çıkarıyor. Bunu yaparken de kendi kısa ömrünü çoğunlukla ateşe atıyor.

Javier Marías’ın derdi de bu sıkıntılı durumu biraz ironiyle, biraz da normalleştirerek belirli bir hizaya yerleştirmek. Faulkner’a Stevenson’a Henry James’e ya da Joyce’a aynı sevecen ve saygılı mesafeyle yaklaşıyor ve sanki başlarını okşar gibi bu yazarların en hafif tabirle “tuhaf” yaşamlarını, alışkanlıklarını, yazma eyleminin gerisindeki hatta belki bunu tetikleyen takıntılarını ele alıyor. Bu yaparken de yazdıkları ile, metinlerinin içindeki tavırları ile hayattaki tavırlarını karşılaştırıyor.
Conan Doyle’un kadınlarla arası da Sherlock Holmes gibi miydi? Henry James, metinlerinde hiç kadın bahsine değinmezdi, acaba hayatı da bu konuyu es mi geçmişti? Rimbaud’nun bukalemun gibi biçim ve içerik değiştiren yaşamında şiirin gerçekten yeri neydi acaba?

Bu yaşamlara bakarak iki ayrı şeyi düşünebiliriz. Birincisi bu adamlar gerçekten de zor işlere kalkışarak kendilerini harap ediyorlar. İkincisi de bu adamlar hepimizden o kadar da ayrı değiller, sadece yazar olarak tanındıkları için yaşamlarının garipliği bu kadar gözler önüne serilerek yazdıklarıyla ilişkilendirilmeye çalışılıyor. Aslında insanlık gayet tuhaf bir durumda,bu adamların da hiçbirimizden geri kalır yanı yok. Sadece bir uğraşı olarak yazmayı benimsemişler, n’apalım?

Bu iki ayrı düşüncenin de doğru yanları olabilir. Yazmanın zor bir iş olduğu kesin, ama dünyayı kelimelerin içinden geçirmek işi kişinin kendisini 19. yüzyıl yazarlarının yaptığı gibi içten ya da dıştan savrula savrula yaşamasını gerektiriyor mu, işte bu kesin değil. Aynı şekilde bu yazma işini “işte bu insanlar da hepimiz gibiler, bir farkları yok” diyerek basite indirgemek de pek mümkün değil.

Peki ikisinin arasında nasıl bir denge bulacağız?


Bir çözüm yolu olarak, 20. yüzyılın bütün edebiyat hareketi, bu iki şeyi yani yazarı ve metni birbirinden ayırma çabası içinde. Metin (ya da kitap) ve onu yazan kişi birbirinden apayrı şeyler. Elmayla armutları birbiriyle karıştırmamak lazım, diyor aslında 20. yüzyıl bize, metinleri okuyun ama yazarların yaşamlarını bu metinlerle birlikte düşünmeyin. Zira metin asıl okurda kendisini yazar, yazarın işi onu yazdıktan sonra bitmiştir; o bir tür aracıdır. Bu hareketin 19. yüzyılın ve hatta aydınlanmadan beri süregelen o tumturaklı “yazar”, “edebiyatçı” havalarından sıtkı sıyrılanlar tarafından gündeme getirildiğini düşünebiliriz. Peki, bizim yani 21. yüzyıl çocuklarının bu duruma getirecekleri öneri ne olabilir? Yazarı, gndemdeki yazarları, hali hazırda okuduğumuz kitapların henüz hayatta olan yazarlarını ne yapacağız? Etrafımızda röportajlar, yazar lafları, fotoğrafları dolanırken metinleri bu insanlardan tamamen bağımsız olarak mı ele alacağız, yoksa bütün bu kitapları bu yazarların kim olduğunu araştıra öğrene, bu insanların aslında kim olduğunu düşüne taşına, onların hayatlarını onların izninden bile bağımsız olarak gözetleye denetleye mi okuyacağız?

Bunlara bir biçimde limitler koymak gerekecek galiba. O limitleri de kendi kafamızdan değil de, insanlıkla ilgili genel durumlardan çıkarabiliriz. Örneğin Joyce’un mahrem hayatına ilişkin detayları öğrenmekle, bugün hayatta olan bir yazarın mahremiyetine müdahale etmek arasındaki farkı fark etmemiz gerekecek. Ya da birinin yaşamına bakarken sevecenliği ve saygıyı elden bırakmamamız, sadece kamuya ilişkin bir harekette bulunuyor diye onu kamunun malı saymamamız gerekecek. Javier Marías’ın bakış açısı bu nedenle gayet kafa açıcı olabilir: Yazarların resimlerinin, hayatlarının gerisine bak ama bunu edebiyatın ve hayatın şenliğinden ayırma! Hatta edebiyatı ve sanatı ve onları varlığa getirenleri dünyanın kendisinden ayırma; aslında hepimiz gibi bu insanlar da uzun soluklu bir romanın kişileri. Aynen yazdıkları eserlerde olduğu gibi...

Yazınsal Yaşamlar
Javier Marías
Çeviren: Pınar Savaş
Can Yayınları

Yayınlanma Tarihi: Eylül 2008

Hiç yorum yok: